“Diaspora” müzik, tasarım ve fotoğraf disiplinlerinin bir araya gelerek, kişinin zihninde yaşadığı sonsuz diaspora (göç) halini geniş bir perspektiften işaretleyerek, bu halin içerisinde var olan dışavurumları yansıtır. Diaspora bir değişim ve ne tarafa olduğu belli olmayan bir dönüşümdür. Belirsizdir ama içeridedir, hiçbir zaman dışarda olmamıştır.
Yaşamın, başlangıcından sonuna kadar süregelen döngüsü zorunlu bir göçtür. Aynılık ve aidiyetsizlik her yerdedir. Aramaktır, bulmaktır ve kaybetmektir. Hepsi birer ikilemdir. Kaybedişteki kayboluş ile, aramaktaki umut. Devasa bir labirentin içi, birbirinden farklı ama her şeyiyle aynı. Ne aradığını bilmemektir. Sonsuz kere dönüşmüş olsa da bulduğunda tanımaktır, varmaktır.
Ne kadar bir yere (şeye) ait olsak da, olamadığımız anlarla beraber akış sürekli değişir ve dönüşür. Her hikayenin bir başlangıcı ve bir bitişi vardır ama aslında her bitiş başlangıcın tekrarıdır. Her adımda yeni bir çarkın içerisinde hangi dişliye tutunacağını düşünerek sürüp giden bir hikaye içinde, aidiyetin içindeki imkansızlık ve zihnin içinde yaşadığı bir diaspora. Ait olduğun her şeyin ve kendinin kendine olan yabancılaşması.
İnsan’ın ait olma kolaylığı ve ait olamamasının ikilemini farklı hisler ve durumlar içerisinde gözlemlemek hali. Ait olmak durumunda, oradan kopuş hep bir diaspora ile sonuçlanacaktır. Ait olamadığında ise sonsuz bir diaspora içerisinde savrulur haldedir akış. Bu ikilem yaşamın, varoluşun getirdiği acı ve sevgi ikileminin birer parçasıdır. Bu parçalar birbirinden ayrılamaz ve bir bütündür. Rüyalar ve gölgeler vardır. Birbirlerinin içinde bir paradoks gibi. Birbirlerini sarmalar ve bırakamazlar.
Bir aidiyet umudunun peşinde, umudun, yolun, İnsan’ın ve arzunun sonsuz değişirliği ve mutlak evsizliği. Artık evinde hissetmeyen için yola çıkmak kaçınılmazdır. Yola çıkan için değişmek, değişen için ise evin değişimi kaçınılmazdır. Artık ev bir mekan değildir. Ait olamayışa ait hissetmektir.
Diaspora, ait olamayış olarak ev.
A Priori
Yaşamın döngüsü ve doğumla başlar her şey, karanlıktan aydınlığa gittiği görünen bir tünelin içinde. Varlıkla yokluk arasında salınan bir bedenin dans eden gölgesi olmak için var olur tüm aydınlık ve karanlık. Sürekli parlayıp sönen ışık hüzmeleri birbirine karışıp bir bütünü oluşturur. Ancak bu kısa süren yanıp sönme anlarında, ışık huzmeleri yeterince aydınlığa ulaşamazlar. Karanlık sonu gelmeyen bir arayışın içinde yol alır. Zaman, mili saniyelerin bile ölçülemez hızıyla geçip giderken, varoluşun bu kaotik dansı bir defa göz açıp kapayana dek kaybolur. Tıpkı insanın kendine ait olanda aradığı anlam ve anlık bir soluk gibi. Sonsuz bir umutla varoluşun çaresizliği için başlayan bir yolculuk A Priori, diasporanın başlangıcı.
Sequence 1
Yolculuğun ilk adımı, tüm arayışın başlangıcı. Durağan ama bir o kadarda meraklı bir rüya. Keşfin en gizemli bilmecelerinde saklı duran bir arayış. Kapalı bir kutunun içindeki en aydınlık noktayı arıyor aidiyet. Tıpkı bir mücevherin en parlak yüzeyi gibi parlayıp durur zihin içinde. Belki asırlar sürecek bir arayışın derinliklerinde beslediği bir umut, hep kök salmaya devam eder. İnsanlığın en karanlık labirentlerinde, zihinlerin en derinliklerinde kaybolmuş bir hazine gibi arayışını sürdürür. Her adımda biraz daha derinleşir. Belki de bu arayışın sonu yoktur. Çünkü bilinmezin büyüsü, insanlığın ruhunda sonsuz bir keşif arzusu yaratır. Sabır en gerekli arkadaştır burada ama belirsizlik sisli perdesiyle sarar tüm bedenleri. Ancak bu perde, arayışı gerçek olan keşfin gücüyle aralanmaya başlar. Bir kalıp halinde duran o kaskatı bilinmezlik kendini kalıbından sökmeye başladığında form değiştirir. Ve kendiliğinden gün yüzüne çıkar. Böylece artık biliyor olmak da bilinmezliğin bir parçasıdır. Belki de asıl gizem, bu sonsuz arayışın kendisindedir. Sequence Pt.1 bu arayışın en gizemli noktasıdır. Başlangıcın hemen ötesinde, başlamanın gölgesiyle yol alır. Sequence Part 2’nin rüyası A Priori’nin gölgesi.
Sequence 2
Gizem, sadece bulunacak bir nesne veya cevap olarak değil aynı zamanda arayış sürecinin kendisinde gizlidir. Gizemin katmanları birer birer çözülürken, her yeni keşif bir öncekinin anlamını daha da derinleştirir. İnsan, bilinmeyenin büyüsü ile beslenirken, asıl olan arayışın kendisinde gizlenen anlamları keşfetmenin yolculuğunda olmaktır. Belirsizlik bir örtü gibi saklar her sabah doğacak olan güneşi. Perdenin arkasındaki sisi kaldırabildiğinde gerçeklik ortaya çıkıp parlamaya başlar. Her bulanıklık kendisinden daha parlak olanı saklar. Sabahın ilk ışıkları, bulanık perdeleri delip gerçeği ortaya çıkarmaya başladığında, dünya kendi büyüsünü sergilemeye başlar. Bu aşamada, arayışın kendisi bir sanat haline gelir. Her adım ve her bakış birer fırça darbesi gibi bilinmezliğin tuvaline işlenir. Bulanıklığın ömrü kendi parıltısı üstünde hayat bulacak kadardır ve her kaybolan parlaklık bulunmak için bir sisin ardına saklanır. Bu sis, belirsizliğin tülüdür ardında neler olduğunu bilmezsin, fakat her adımda bu tül biraz daha aralanır. Buna saplanmak da bir bulanık olma halidir ve yüzeyde parlamaz. Her arayışsa, içinde bir umut barındırır. Umut bulanıklığın ötesindeki berraklığı bulmak için yankısında güç veren bir ışığa tutunur. Çıkılmaz bir çemberin içinde yaptığın bir koşu gibi. Her adımında yeni bir kapı aralanır, her kapının ardında başka bir labirent paradoksu vardır. Zihnin en karanlık köşelerinde dolaşırken, her adımın yankısı derinlerde kaybolur ve ardından yeni bir yankıyla geri döner. Her dönüş, seni bilinmezliğin içine, daha da derinlerine çeker. Fakat ilerledikçe ışık artar, biraz daha aydınlanırsın. Bu arayışın büyüsü, asla sona ermeyen bir keşif yolculuğudur her adımda yeni bir dünya, her dönüşte yeni bir evren keşfedersin. Arayışının her anı, bir rüyanın içinde kaybolmuş gibi hissettirir. Mağara’dan çıkıp ışığa kavuşulan ilk an. Sequence Part 1’in gölgesi A Priori’nin rüyası!
Passage
Kapalı bir kutudan çıkarılan bir kendinin kayboluşudur artık dışarıda olan, özgürce dolaşan. Gizemin dokusuna bürünmüş bir yolcu, arayışın bulduğu. Bilinmezliklerin kucaklayıcı sularına doğru yelkenini açıp bulunmamayı bekleyen telaşsız bir akış. Her adım, bilinmeyenin derinliklerinde yankılanıyor. Ardında iz bırakmadığı bir patikanın yolcusu. Gerçekte taşıdığı izlerden habersiz olacak kadar kaybolmuş. Sıradanlığın dışına taşan bir sürrealist başlangıcı temsil ediyor. Kimse aramıyor, bekleyen yok, ancak kendi labirentlerinde kaybolmuş bir döngünün heyecanını yaşıyor. Bu sessizlik, kelimelerin arasında saklanmış, karanlık bir dokuyla çevrili aydınlık bir gerçekliğin içinde kaybolmuş.
Adımları, bilinmeyenin sınırlarını zorlayan bir sinyal gibi yankılanıyor, her iz bıraktığı yerde yeni bir hikayenin başlangıcı doğuyor ve ölüyor. Kendinden başka bir ses duyamayacak kadar kaybolmuş... Sequence Pt.1’in rüyası, Sequence Pt.2’nin gölgesi. Bulunmamak zamanın içinde, bir zaman yolcusu gibi pasajın sonuna doğru yürürken.
Diaspora
Bir düzlemde paralel tutabilmek bedenini, yüksekten düşen bir direncin yansıması gibi. Bir silüet sadece gördüğün, gerçekliği ise hissedebildiğin kadar. Umut zamanın gölgesinde izini sürercesine varlığını hissettirir. Bir figür gibi karşında durur. Yüzleşmek için adımlarını cesaretle atan bu figür, olabildiğince gerçek olmayı hayal eder. Hislerin en yüksek doruklarına tırmanırken, bir düşüş onu gölge gibi takip eder. Bir dağ parçasının kubbelerine tırmanırken umut baş döndürücü bir ışıltıya ve sonsuz bir akış halinin hayaline kapılır gibi kendi içinde kaybolur. Ancak bu görkemli yükselişin biricik bir anı bile dönüştürebileceği bir düşüşü saklar içinde. Rüyada kanatlandığında hissedilen özgürlük gibi. Rüyaların gerçekle yüzleştiği noktadır umut. Olabildiğince en yükseğe tırmanırken, karanlık bir girdabın çekimine kapılır. Çünkü her ışığın ardında bir gölge gizlidir, her coşkulu yükselişin gölgelendiği bir düşüş gibi. İşte o an düşlerin kırılganlığıyla yüzleşirken yıldızların parıltısı gözlerinin önünde solar. Ancak rüyaların gerçek bir sonu yansıtmadığı gibi, bu düşüş de sadece bir başlangıçtır. Çünkü en karanlık gölgelerin ardında bile umut filizlenir, yeniden doğar ve en parlak zirvelere tırmanır. İmkansız olsa bile yine de mümkün olmayı hatırlatır sana, ne kadar gerçekleştiği önemsiz bir his gibi takip eder gölgeyi. Ve hep belirsizlikle çevrili, bilinmezliklerin arasında yürür adımların, izini bile kaybedercesine. Ancak bu belirsizlik, umudun kaynağıdır. Yolculuk burada değişimini gerçekleştirir. Anlam tüm bedene bir iksir gibi dolmaya başlamıştır.
Status Quo
Zihnin sessizliği, bazen içsel bir çığlık kadar yüksek olabilir. Yolculuğun dışında kalan sezgisel bir beden, içine atılmak için sabırsız bir ruh taşır. Durmak kadar durulmak için, ve ne kadar yol aldığını görebilmek için açılan gözlerin bakışları sonsuzluğu arar. Beden, sessizlik ve durağanlık ile beraber bir yolculuğa çıkmıştır. Dingin bir göl gibi durulmuş bekliyordur. Yansıttığı her şeyi berrak bir şekilde görebiliyorken suyu bulandıracak bir taş atmak içsel dengeyi bozmak, huzuru sarsmak gibidir. Her bir sıçrama, gölün yüzeyinde yankılanan bir çalkantıya dönüşür. Berraklık yerini bulanıklığa bırakır. Taşın suya düşmesiyle beraber yansıyan manzara bozulur. Yolculuğun her süreci bir öğretinin bilgeliği gibi olsa da, onu bulmak için yeterince yol alamadığının farkındalığıyla sarsılır. Yeryüzünde bir ileri bir geri giden ayakların rastgele dansı, yaşamın döngüsünün bir ritmidir. Her adım, her ritim zamanın akışıyla uyumlu bir şekilde ilerlerken, yaşamın karmaşıklığını ve aslında ne kadar rastgele oluşunu anlatır. Artık zaman, sadece akıp gitmiyor, aynı zamanda derinliklerde anlam kazanıyor ve düşünceler bir koza gibi örüyor yuvasını. Her iplik, yolculuğun bir sürecini taşırken, geçmişten geleceğe uzanan bir iz bırakıyor. Dingin göl, zamanla ve yavaşça çökmüş kendi yansımalarında kaybolmuş gibi. Her bir yansıma, bir anın ölümsüz kalışını hatırlatırken, aynı zamanda sancıları ve sanrıları hatırlatıyor. Sessizlik, bir ağıt gibi kulaktan kulağa yayılıyor, bekleyişin içinde.
Vacilando
Vacilando
Durmaksızın daralan bir yolda ilerlerken bedenin, ruhun için genişlemenin ne olduğunu öğrenirsin. Uçmak gibi, sonsuz bir yükselişi her hücrende. Uzaklarda bir nokta halinde görünür yolun sonu, bilinmez bir gerçekliğin içinde. Kıvranışların içinde duran düz bir çizginin sıkıcılığıyla uzlaşıyor sanki tüm yollar. Arayışın içindeki o devinim kök salıyor. Küçücük bir filizin topraktan ayrılıp gün yüzüne çıkışı gibi tüm kaçışlar. Hem toprağa hem gün yüzüne bakan bir varoluşun kaçışı nasıl olabilir?
Bir bağ incecik, seninle dünya arasında. Kopmaya özgü bir bağlılık aslında. Parçalanmak ve birleşmek için bir hücrenin içinde. Düşüncelere dalmış bir çeper etrafında sarılı. Zamandan bağımsız bir gecikmişlikle. O arayışın içinde kalan illüzyonların keşif aldanışını kimse bilemeyecek oysa. Kaybolurken, kayboluyorlarken tam tersine genişlemek, bir başına. Yollardan bağımsız bir kayıp olmak, hiç bu kadar sakin ve çabasız olmamıştı. Gerçeğe doğru kaybolan bir aidiyet bu, bedeninin simetrisi gibi bir yansıma ve dışına çıktığında bir hayalin.
Gerçekliğine bir adım daha uzanmayı öğrendin. Şimdi bırakmak, tüm tutunuşları. Sırf merdiven senin diye, trabzanlardan kaymayı huy edinemediğin bir yoldasın. Bırakmak ve bulabilmek. Algının anında “an” olmak, olabilmek. Bir okyanusun derinliğinden çıkıp gelebilmek gibi, huzursuz ve umutlu!
Persona non Grata
Hiçbirisi sen değil, gördüğün hiçbir şey de sana ait değil. Ayaklarının yeryüzündeki devinimi rastgele yürümek ve koşmak aslında. Parmak uçlarında gezindiğin yeryüzünün kaygılı bir dansı gibi bu devinim. Kendi varlığından uzaklaştıkça, aidiyetsizlik rüzgarında savrulan bir yaprak gibi hissedersin. Ne yeryüzü seni tanır, ne de sen yeryüzünü. Her adımda, her devinimde biraz daha kaybolur insan. Bu uçsuz bucaksız yolculukta, aidiyet duygusu bir hayal gibi belirir ve kaybolur. Uçmak, her şeyden soyutlanıp evrenin bilinmezliğine karışmak demek. Ruhun, sınırlarından kurtulup özgürlüğün derinliklerinde dans ederken, zaman ve mekân anlamını yitirir. İşte o zaman, belki de hiç kimseye ve hiçbir yere ait olmamanın hafifliğiyle, gerçekten var olmanın ne demek olduğunu anlarsın. Ancak bu özgürlüğün içinde, ayrıksı duran çok şey vardır. İnsanın varoluşunun özündeki yalnızlığa oldukça benzer. Varoluşun, başkalarının dünyasında bir gölge gibi süzülür. Yabancısın her yere, her yüz sana kapalı bir kapı gibi. Kimsenin aramadığı, kimsenin beklemediği bir hiçlikte gibisin. Kendi evreninde kaybolmuş, iz bırakmadan yürüyen bir hayalete dönüşürsün. Belki de bu, varlığının en acımasız gerçeğidir. Ama işte tam da bu aidiyetsizlikte, kendi içindeki derinliği ve evrenin sınırsızlığını keşfedersin. Ve belki de bu, en özgür halindir. Bu aidiyetsizliğin dansında, her adım bir ritüeldir. Parmak uçlarının hafifliğinde, ruhunun derinliklerinde yankılanan hislere kapılırsın. Bir adım ileri, iki adım geri, zamansız ve mekânsız bir vals gösterisinin içindesin. Her dönüşte, her sıçrayışta kendine biraz daha yakınlaşırsın. Yeryüzü bir sahne olur, sen ise bu sahnede yalnız bir dansçısın; kendine ait olmayan, ama her şeye dokunan bir figür.
Aidiyetsizlikle sarmaş dolaş olan bu dans, seni kendinle yüzleştirir. Her zarif eğilişte içindeki boşluğu keşfeder, o boşluğun içinde kaybolurken aynı zamanda kendini bulursun. Senin olmayan dünyaların arasından süzülürken, hiçlikten doğan bir özgürlüğü yaşarsın. Ve bu özgürlükte, evrenin sonsuzluğu ile bütünleşir, ruhunun sınırsızlığını kucaklarsın. İşte bu anlarda, aidiyetsizliğin dansında evrenle bir olmanın ne demek olduğunu idrak edersin. Kendi yalnızlığında, kendinle ve evrenle barışık, istenmeyen bir gerçekliğin kuşkusuz bir hayalisin burada.
Querencia
Bir varış ve durak. Sabrın ve bekleyişin sonunda gelen huzurun tadına bakarken, bir kayanın içinde hapsolduğunu fark edemediğin bir karmaşa. Arayışın sonuna doğru yaklaştığında her şey anlamsızlaşır, kendine bulmaya çalıştığın anlamlar içinde olan kayboluşun bir kaya gibi etrafını sarar. Tam hız akan bir kanyonda çıplak elle balık tutmak gibi. Varamamak, görememek ve bulamamak.
A Posteriori
Kapanış konuşması. Zihninin içindeki Diaspora döngüsündeki kayboluşunun manifestosu. Dönüp dolaşıp vardığın yerin hiç değişmediği, aynı kayboluşun göstergesi olan bir varoluş, bitiş.
Anlatıcı: Bilge Whiff